Ana sayfa  Annelik  Elsanatları  Haberler  Magazin Dünya  Magazin Türkiye  Moda  Ressamlar  Seramik

Tiyatro Sinema  Yazılar  Yemekler  Send Twitter  Twitter'da biz  Facebook'da biz  Pinterest'de biz

 

BUDALA - Öykü

Figen Füsun Pehlivan
, Grafik Saati online kültür sanat müzik ve gençlik dergisi, İstanbul, 07/2011

Sponsor bağlantılar

Odanın içi bir ampulle aydınlatılmıştı. Duvarların badana zamanı çoktan gelip geçmiş, kirli mavi bir renk almıştı. Köşede, yatakların yığılı olduğu yerde, rutubet kendini gösteriyordu. Odanın içerisi, yemek kokuyordu. Akşam yemeği hazırlıkları tamamlanmış, baba uzandığı kanepede çoktan uykuya dalmıştı. Ağzı açık uyuyor, bir yandan da horluyordu. Kirli sakalı, çizgili gömleği, siyah pantolonuyla yayılmıştı öylece. Koltukaltları terlemiş, uyurken sağa sola dönen babanın altındaki pike, yere doğru kaymış, halıya kadar inmişti.
Grafi Saati online kültür sanat müzik ve gençlik dergisi
Evin iki kızı köşedeki küçük tahta masanın üzerinde ders kitaplarını yaymış biri tarih kitabını okuyor, diğeri de problem çözüyordu. Televizyonun hemen önüne sofra kurulmuştu. Anneleri kızlarını çağırıp, "hadi bir iki şey de siz taşıyın" dedi.
figen füsun pehlivan yazıları

Kocasına seslenip "Huu, Recep Efendi de hayde sofraya" diyerek babayı da uyandırdı. "Of sırtım ter olmuş" diye söylenen baba ağzının genişliğiyle esnedikten sonra gidip içerdeki odada üzerini değiştirdi. Banyo vakti henüz gelmemişti, duş almakta gereksiz geldi. Yemek hazırdı, kuru fasulye tabaklara konuyordu.

Hafize, "Ben pilav üstü kuru istiyorum" dedi. Halime ise, "Ben kuru üstü pilav istiyorum" dedi. Annesi, "bu da nerden çıktı yavrum, kimse kuru üstü pilav yemez ki" dedi."Ben yiyorum işte" dedi Halime.

Aslında ne istediğini o da bilmiyordu ya kardeşine bakıp o da bir şey istemişti kendince.

Baba "televizyonu açın, haberleri yediniz" diyordu. Hafize hemen kanepenin kenarındaki kumandayı alıp düğmeye bastı, başbakan memleket meselelerinden bahsediyordu. "Al işte" dedi Hafize, yine bağırıyor, dinleyin. Halime "Başbakan çılgınlık yapacakmış" dedi "Off Halime, adam seçim propagandası yapıyor, ne çılgınlığı sen de." "Ama öyle diyor, dinle bak, çılgın şeyler yapacak" dedi

Halime ve sessizce yemeğe devam etti. Baba, "haberler önemlidir kızım, neler oluyor bilmek lazım dünyada."dediyse de iki kız da pek isteksiz, bir an evvel dizinin zamanı gelse de izlesek düşüncesiyle yemeklerine devam ettiler.

Halime yaşıtlarına göre biraz tuhaftı. Doğru olan onun için kesin olarak doğruydu. Herhangi bir olayda sadece o andaki durumu düşünür, asla geniş bir bakış açısıyla bakmazdı. Çevresindekiler onun saf biri olduğu hükmüne varmışlardı. Anne ve babası bile önceleri biraz endişelenmiş, Halime'yi doktora götürmeyi düşünmüş ancak derslerinin oldukça iyi olduğunu görünce bundan vazgeçmişlerdi. Evet, Halime pek de zeki sayılmazdı ama çok çalışkandı.

Evin hanımı söze karıştı. "Seçip seçip ne yapıyorlar sanki" dedi ve devam etti. "O kadar milli piyango satıyon da bir kerecik bize vurmadı, vuraydı ne eyi olacaktı. Hiç değilse bari biri senin elinden çekseydi şu büyük ikramiyeyi. Elbet bizi de görürdü” dedi.  " Peh!", dedi kocası," Bir çuval pirinç içinde bir pirinç danesi, kolay mı?"

Anne ve babası bunları konuşurken siyah gözlerini sabitleştirmiş Halime, yüzünde son derece sert bir ifadeyle, birdenbire "Haram!" dedi. Babası hiç umursamadı. Kaşığı ağzına götürürken, "neymiş haram kızım?" dedi kayıtsızca. Halime gayet ciddi, "Din hocası dedi ki, İslam'da Milli Piyango kumara girermiş. Senin başka iş bulman gerekirmiş. Yediğimiz içtiğimiz, her şey harammış.

Babası önce konuşup anlatmayı düşündü ama sonra Halime'ye bir şey anlatmanın güçlüğünü bildiğinden, okkalı bir küfür savurdu. ‘O hocana söyle, kendisinin yaptığı iş daha günahtır’. Baba sinirlenmişti. ‘Günahmış, günah tabi, zenginsen haklısındır, helaldir her şey. Hac da helaldir, vergi kaçırmakta, kayıtsız işçi çalıştırmakta. Kaç işte çalıştım, on iki yaşımdan beri, bana günah değil mi?’

Halime tatmin olmamıştı, hala suçlayıcı gözlerle babasına bakıyordu. Hafize'nin neşesi ortamı yumuşatmaya yetmişti. "Haftaya düğün var, hala elbise almadık. Annesi, "alırız kızım" dedi. Sosyete pazarında çok ucuz elbiseler var. Hem de güzel şeyler varmış ama Halime'ye almayalım, ne de olsa günah." dedi. Bunu alaylı bir tebessümle söylemişti annesi.

Yemek bitmiş, sofra toplanmış, çaylar içilmişti. Dizi ise en heyecanlı yerinde kalmıştı. Acaba dizinin kahramanını sevgilisini kurtarabilecek miydi? Bu sorunun cevabı haftaya kalmıştı. Kızların ikisinin de tüyleri diken diken olmuş, yatmadan evvel onlara kuracak türlü hayaller sunmuştu bu dizi.

Ertesi gün Cuma idi, yani okulun son günü. Hafize bir alt sınıfta okuyordu, Halime'nin ise son senesiydi, ikisi de lise öğrencisiydi, ılk iki dersten sonra iki kardeş buluşup kantine gitmişlerdi. Her zamanki gibi sosisli sandviç kuyruğunda sıra vardı. Öndeki genç iki sandviç istemişti. Birazdan yanına sevgilisi gelmiş iki genç birbirleriyle konuşarak beklemeye başlamışlardı. Halime genç kıza dönüp, "sen bizim sıramızı aldın, sonradan gelip önümüze geçtin" dedi. Genç sinirlenmişti "Arıza mısın nesin sen kızım?" dedi. Halime "arıza da ne demek. Ben araba mıyım ki arızalanayım?" dedi. Genç bu sefer de "öyleyse akraba evliliği olmalı" dedi. Halime gayet sakin "evet, annemle babam teyze çocukları" deyince genç çocuk gülerek "belli" dedi. ıki sevgiliye gülmek için malzeme çıkmıştı. Hafize ikide bir de "sussana, onlar arkadaş, görmüyor musun? " diyordu; kardeşinden utanmıştı hatta. Halime ise anlamıyordu, onun için bu dünya haksızlıklar üstüne kurulmuş olmalıydı.

Bütün dersler bitmişti. Kantindeki tatsızlık bir yana Halime'nin günü güzel geçiyordu. Hatta tüm arkadaşlarına hatıra defterini bile yazdırmıştı. Çoğu, kalbin kadar temiz bu sayfayı bana ayırdığın için ya da hatıralar treninin mutluluk vagonunda bana da bir kompartıman ayırdığın için diye başlayan klasik temenniler içeren yazılardı. Sadece bir arkadaşı Berrin, farklı başlamıştı hatıra yazısına. Samimi ve sade bir dil kullanmış ve kısa bir notla bitirmişti. "Budala olduğunu anlayan bir insan budalalıktan kurtulmuştur artık", Halime'nin bu söze içerleyeceğini düşünerek yanına başka sözler de eklemişti. Kim bilir belki Halime kendi durumunun biraz farkına varır diye geçirmişti içinden.

Halime bu yazıyı okuyunca hiç bir şey anlamadı. ıyi şeyler yazmış olmalı diye düşündü. Genelde Berrin'e tuhaf bir yakınlık duyardı, ama onunla sohbetten kaçınırdı. Çünkü Berrin için üzülürdü, tüm solcular gibi o da cehenneme gidecekti!

Halime bu gün değişik bir şey yapmak istiyordu. Bahçede her cuma İstiklal Marşı töreni olurdu. Halime sürekli en arkada sıra olurdu. Sonuçta kimsenin tapulu yeri yoktu. Hep en çalışkanlar en ön sırada dururdu oysa ki. Okul bitiyordu. Arkadaşına biraz erken davranıp en ön sıraya geçmek istediğini söyledi. Arkadaşı biraz endişelenmişti. "Emin misin? ne gerek var" dediyse de, Halime'nin isteğini kıramadı.

Aslında arkadaşının endişesi boşuna değildi. Çünkü Halime'nin sesi berbattı ve çok fazla gürdü. İstiklal Marşı okurken kendinden geçer, milli duyguları kabarır ve marşı bağıra bağıra okurdu. Ne kadar çok bağırırsa o kadar güzel o kadar yürekten okuduğunu düşünürdü belki de.

Nihayetinde Halime'nin istediği olmuştu ve artık sıranın en önündeydi. Heyecanlı ve gururlu idi. Sınıf arkadaşlarının bazıları endişeyle bazıları ise gülerek Halime'ye bakıyordu. Berrin "umarım okul müdiresi bizim sınıfın yanına gelmez" diye düşündü.

Tören başlamak üzereydi; Berrin'in korktuğu olmuş gri takımları çekmiş, yüzünde bir kilo boya ve civciv sarısı fönlü saçlarıyla müdire hanım ve bir kaç öğretmen Halime'ye bir metre mesafede yerlerini almışlardı. Müdür muavini kürsüde konuşma yapıyordu. "Bu yıl da ders yılımız bitiyor. Kiminiz mezun olacak kiminiz ise bir üst sınıfa geçeceksiniz. Gelecek yıl zamanınızı iyi değerlendirmeniz gerek. Bu öğretim yılında sabahları çok geç kalan oldu. Yataktan güneşe göre değil saate göre kalkın. Şimdi İstiklal Marşımızı okuyacağız. Aranızda kopukluklar oluyor. Bir taraf başlıyor, öbür uçtakiler arkadan geliyor. Olmaz! Herkes beni takip edecek. Üç dört… ‘kooorkmaaa sönmez…’ Halime göğsünü şişirdikçe şişiriyordu. Tüm gücüyle bağıra bağıra söylüyordu marşı. Hem ilk kez sıranın önündeydi hem de okul Müdiresi hemen yanı başındaydı. Kendini göstermeliydi. Her zamankinden daha heyecanlı, daha gururlu idi. Oysa ki okul müdiresi Halime'ye, haşereye bakar gibi bakıyordu.

Berrin müdüre hanımın bakışlarından, kötü şeyler olacağını sezmişti. Berrin Halime ile gurur duyuyordu. Sesi berbat olabilirdi. Marşı usulünce söyleyemeyebilirdi. "Olsun varsın" diye düşündü. Halime'nin yüreği temiz, ve içten" dedi kendi kendine. "Eminim bir eğitimci olarak bu yönünü de görecektir müdire hanım" diye geçirdi içinden.

Ve marş bitti. "Hakkıdır hakka tapan milletimin İstiklal".

Graph by Tevfik Elçioğlu

Müdire Hanım'ın yüz çizgileri iyice gerilmişti, "Sen, gel bakalım buraya!" diyerek Halime'yi yanına çağırdı, Halime, o saf, o çocuk bakışlarıyla öğretmeninin yanına gitmişti. Hiç korku yoktu içinde. Tam tersine güzel bir iş yapmanın verdiği kıvanç vardı yüzünde. "Buyrun Öğretmenim" dedi. Öğretmen elinin tersiyle okkalı bir tokat savurdu Halime'nin yüzüne. Zavallı kızcağızın yanağı kıpkırmızı olmuş, burnu kanamaya başlamıştı.

Müdire bağırıyordu "Kim senin müzik öğretmenin. Böyle İstiklal Marşı mı okunur? Odama git, orada bekle beni!" Halime olanları anlamlandıramıyor ancak öğretmenine de kızmıyordu. Öyle ya o müdürdü. Koskoca müdür; mutlaka haklı olmalıydı.

Halime Müdürün odasına doğru gitti. Sınıf arkadaşları ve Hafize dışarıda Halime'yi bekliyordu. Berrin ise arkadaşlarını yatıştırıyordu. "Yok canım tekrar dövmez, siniri geçmiştir herhalde. Bence Halime'ye nasihat eder gönderir" diyordu. Aradan on dakika kadar geçti. Halime, yanakları iyice kızarmış, ağlamaklı bir yüzle dışarı çıktı.

"Ne oldu, ne dedi?" diye sormaya başladı tüm arkadaşları. "Hiç" dedi Halime "tokatlayıp gönderdi." Herkes üzgündü.

 

Berrin tüm neşesini toplamaya çalışarak, "Canım arkadaşım benim, bunlara bizim elimiz kalkmaz çünkü bunların kanunları da kendilerine benzer. Aldırma sen, yazacağız bunları tek tek ve madara olacaklar günün birinde. Sonra da kimse koyun diyemeyecek 12 Eylül sonrası kayıp gençliğe." dedi.

Halime için okulun son günü Berrin'in sözleriyle noktalanmıştı. Berrin'in bu sözleri 'doğru olarak sunulanların tek ve değişmez olmadığını düşündürdü Halime'ye. O an Halime, hayattan ders almıştı. Belki doğru belki yanlış ama "karne gücü elinde tutandan alınan bir belge sadece oysa ki Berrin'in sözleri gerçek" diye düşündü. 

Figen Füsun Pehlivan

f_fusun_pehlivan[at]hotmail.com

Creative Commons Lisansı
Budala by Figen Fusun Pehlivan is licensed under a Creative Commons Attribution-NonCommercial-ShareAlike 3.0 Unported License.
Linkteki çalışma baz alınarak yapılmıştır grafiksaati.org.
 
Copyright: Bu yazının telif hakları yazarı Figen Füsun Pehlivan'a ve internet üzerinden birincil yayın hakkı http://tr.grafiksaati.org internet sitesine aittir. Öykünün yazarı ve yayın hakkına sahip site ilgili sayfa kaynak gösterilmeksizin alıntı yapılamaz. Site ve yazar kaynak gösterilse dahi alıntı miktarı bir paragrafı geçemez. Alıntı yapan kurum; internet sitesi ise bu siteye ve bu sayfaya link vermek zorundadır.

Yazar ya da siteyi rencide edecek tarzdaki yayınlarda veya zararlı alışkanlıkları öven, müstehcen, ya da  aile için uygun olmayan içerikler ile kanuna aykırı materyallerin bulunduğu yayın organlarında hiçbir şekilde bu yazıdan ve diğer grafiksaati.org yayınlarından alıntı yapılamaz. Yazının ve yazarın hakları uluslararası telif yasalarıyla korunmaktadır.

Grafik Saati online kültür sanat müzik ve gençlik dergisi

Copyright: Her hakkı saklıdır  | grafiksaati.org[at]gmail.com  |  gizlilik politikası